16 Eylül 2009 Çarşamba

bu blog öldü.

gene de ille okucam yazdıklarını diyorsanız önceki yazılara bakabilirsiniz tabii.

pek yakında gene girişcem bu blog işine. ama bu sefer adam akıllı. tabi kim bilir ne zaman...

18 Ağustos 2009 Salı

mim

Uzun süredir blog takip ederim, ederim de pek iyi tutmam kendi blogumu. O yüzden olsa gerek mim olaylarını hep okuyarak takip ettim bugüne kadar.

Yiğit Arda Beyler beni mimlemişler, usulü devam ettirmemek olmaz şimdi değil mi? Şaka maka kendimi mahalleye yeni gelip oyuna çağrılan çekingen çocuk gibi hissedip sevinmedim değil hehe. Yeni gelmediysem de aşağıya inip koşturmamıştım çok fazla, ondan olsa gerek. Lafı uzatmadan başlayalım anketimize...

- Hangi şehirde yaşıyorsun?

İzmir. Fanatik karşıyaka 'spor'lu değilim ancak bu soruya hep Karşıyaka diye cevap veresim geliyor. Doğma büyüme 35½ kısaca.

- Mesleğin?

Öğrenciyim. İktisat okuyacağım, bu da aşağı yukarı mesleğimi öğrenmeme çok var demek oluyor sanırım...

- Blog yazma kararını nasıl aldın?

Kafamın içinde sürekli bir şeyler yazarım da bunları kağıda, word'e geçirmediğimden havada kalırlar. Blog açma işi de hep aklımdaydı ve bir gün açıverdim, kafamdakileri pazarlamaya mekan yaratır diye. Yazmayı seviyorum çünkü.

- Ne kadar süredir blog yazıyorsun?

Arşivime göre Haziran'08'den bu yana yani aşağı yukarı 1 yıldır.

- Blogunu hangi sıklıkla ziyaret edersin?

Açıkçası bilmiyorum. Dalgalı bir heves seyrim var, mesela son 3-4 aydır bloguma üvey evlat muamelesi yapıyor olsam da ondan önceki aylarda çok sık ziyaret ederdim kendisini.

- PC açıldığında blogunu açmak kaçıncı sıradaki iştir?

Üstteki soruya benzer bir yanıt olacak. 3-5-7 veya 15 olabilir.

- Başka bir blog sayfasında görüp aldığın bir şey ya da gittiğin bir yer oldu mu?

Pek sanmıyorum. Ama bu demek değildir ki bloglara o gözle katiyen bakmam, sadece denk gelmemiş olmalı.

-Bloğunda hangi konulardan bahsetmek seni mutlu eder?

Bu açıdan blogumu hafiften piç gibi kalmış hissediyorum. Branşlaşamadım hiç bir zaman herangi bir konu üzerinde. Beni mutlu eden şey içimden gelip sadece benim blogumda olacak olan bir şeyi veya orta malı bir konuyu bana özel hatlarıyla ele almaktır. İnternet çöplüğüne katkıda bulunmak istemem.

- Bloglarda gördüğün diğer blog arkadaşlarını eklemekte seni cezbeden ne olur?

Ya kafama yakın hissetmem lazım ya da başka bir dünyadan olmalı blog tutan insan. Farklı hayatları takip ederek bişeyleri öğrenmek zevklidir; kendi hobilerimi, düşüncelerimi güzel bir biçimde ele alan insanlara yakın olmak da öyle.

- Blog aracılığıyla para kazanma fikrine nasıl bakıyorsunuz?

Bunu yapabilen çok az insan var sanırım. Kazanan kazansın çok da umrumda değil aslında. Bana gelirsek, başka bir sitede olan google adsense kaynaklı reklamlarımdan bir perçem kendi bloguma eklemekte hiç bir sakınca görmemekle birlikte ayda bir sakız parası da olsa biriksin isterim.

Ama hiçbir zaman blogumla karnımı doyuracağımı düşünmüyorum, klasik laf var ya, bizim ki amme hizmeti. Gerçi o da değil. Hizmet felan yok bu blogda çünkü, tamamen kendi çöplüğüm burası, ben de öten horozum. İnsanların okuyup yorum yapması gelecek olan 2-3 kuruştan çok daha önemli.

- Blog arkadaşlarınla buluşma, biraraya gelme fikrine ne dersin?

Şimdilik olacak bişey değil ondan eminim. İleride belki...

- Bu soruları kimler cevaplasın?

Vakitleri varsa ve de anket hoşlarına gittiyse Geowyns ve Mozturk cevaplasınlar :)


29 Temmuz 2009 Çarşamba

kokoreç

Bazı ilginç şeyler duydum bu enfes yiyecek hakkında onları paylaşayım dedim. Doğru olmayıp birer şehir efsanesi olabilirler, ama doğru da olabilirler. Neticede ilginçler.

Efendim, bu kokoreçin bir kokusu vardır ya hani. Böyle 200 metre çapındaki kokoreç yemeye potansiyeli olan insanları feci bir şekilde uyandırır, gel beni ye der buram buram kokarak.

İşte aslında o koku kokoreçin kokusu değil, bizzat bir kimyasalın kokusuymuş. Ufak bir ihtimalle bok kokusunu önlemek için ortaya böyle bir fikir atmış olabilir ilk kokoreççiler. Neticede müşteriyi 3'e 5'e katladığı bir gerçek. Bok kokusunu bir kenara bırakıp, pazarlama taktiği deyip geçebiliriz pekâla.

İkincisine gelince, kokoreç neyle yenir?
-Kekikle!
Kekik kokoreçin lezzetini artıran müthiş bir baharattır, kimsenin itirazı olmaz sanırım.

Peki kekik ne renk?
-Sarı/k.rengi.
Yani?
-Aa bok rengi

Burdan da kekik'in kokoreç üzerinde kalan hayvan pisliklerini kamuflaj yapmak için kokoreçe ekildiğini düşünebiliriz ilk kokoreççiler gibi sanırım.

Ben tüm bunlara rağmen paramla bok yemeye devam edeceğim tabi. Gözden ırak gönülden ırak misali bok görmedikçe yerim kısacası.

Afiyet olsun :D

28 Temmuz 2009 Salı

RTE vs. Unirock: Birinci ağızdan olayların akışı

Unirock Fest'e gelen gençlerin kapıda otururken başbakan ve güvenlik ordusu aracılığıyla 21 saat alıkoyulduğunu falan biliyor olmalısınız. "Ahlaki erezyon" geyiği var ya, o işte.

Gözaltına alınan gençlerden birinin ek$i'ye yazdığı yazı aşağıda. Tüm olayın akışı anlatılmış. Yazıyı şu an ek$i'den okuyamıyorsunuz çünkü silinmiş.

***

"18 temmuz 2009 saat 19.00 ile 19 temmuz 2009 saat 15.00 arası zaman aralığında (yaklaşık 20 saat) kız arkaşımla beraber beni göz altına aldıran olgudur...

unirock 2009'un ikinci günü headliner'ları izlemek için kız arkadaşımla konser mekanına gittik. içerde biralar küçük, sıcak ve tatsız olduğundan dışarıda kendi aldığımız ucuz biralarla takılmaktayız. rotting christ'e dışardan eşlik ederek paradice lost ve thrash'in kütür kütür alman efsanelerinden kreator'u beklemekteyiz. derken...

önce önümüzden uzuuuuuuuuun bir konvoy geçti. siyah ve gri zırhlı araçlar, jipler, için çevik kuvvet dolu minibüsler, ambulans ve yine bu saydıklarım gibi karartılmış camlı bi dolu ek araç... rte'nin "köşkü" beşiktaş'ta dolmabahçe sarayı'nın yanında olduğundan heralde havaalanına gidiyordum dedim. orada çimlerde oturan metalci topluluğuna konvoyun ortasında ilerleyen uzun antenli, özel kuvvet olduğunu düşündüğüm bir jipten bir adam kafasını çıkarıp bağırdı. ne olduğuna anlam verememişken 5 dakka sonra aynı jip geri gelip çimlerde oturan insanların en ucundaki kız arkadaşım ve ben ile berimizde oturan 3 kişiyi göz altına aldılar. üzerlerinde siyah "işaretsiz" üniforma olan bu kişilerden polis kimliklerini göstermelerini istediğimde "kimseye kimlik falan göstermeyeceğim" yanıtını aldık o sırada ekip araçlarına bindirilirlirken...

olay yerinden konvoyun geçişi sonrası göz altına alınma maceramız bu şekilde. herhangi bir harekette bulunmayıp bir konser alanının yanında biramızı içmekten başka hiçbir şey yapmıyor iken bizi araçlara bindiren kişiler ise anında aracın içinde "siz devletin başına nasıl hareket çekersiniz" diye azarlamaya başladırlar. hangi hareketten bahsettiğini sorunca da "siz daha iyi bilirsiniz" karşılığını aldık. benden ayrı bir arabaya konan kız arkadaşımın yanındaki sarışın uzun saçlı genç ise nereli olduğu sorusuna "arnavutum" yanıtını verince "bu ülkede bi öyle bir böyle olunmaz, ne isen osundur" iması yapılmış. 2 polis aracı ile şişli etfal'e sağlık muayenesine götürüldük. sağlık muayenesi dendiğine bakmayın, "iyi misin, darp izin var mı" sorunlarının ardından biz muayene odasının dışına çıkarıldık ve bir kaç polis içeride kaldı. her ne kadar darp yememiş olsak da bunu bilmeyen hekimin bize hiç elini bile sürmeden üstüne biz göz altına almış ve "pekala baskı altında tutabilecek" polislerin yanına böyle bir muayene şekli seçmesi ilginç idi...

şişli etfal'in ardından tekrar araçlara bindirilerek harbiye karakolu'nun yolunu tuttuk. o sırada telefonumun yanımda olmadığını farkedip polislerden mümkünse hastaneye bir telefon bulunup bulunmadığının sorulmasını rica ettim. "bulunursa haber verirler" cevabını aldım. yahu bulursa yalnızca çalışanlar mı bulacak, elbet bir vatandaş da bulup cebine atabilir. bu noktada telefonu nerede kaybettiğimi bilmediğimden kimseyi suçlamak istemiyorum ama böyle bir karşılık da aldım...

harbiye karakolu'nun "içinde" bize son derece iyi davranıldı. bir ön ifade, kimlik, adres ve iletişim bilgilerimiz alındıktan sonra tekrar araçlara bindirilip taaaa yeni bosna'daki adli tıp'a alkol muayenesine gittik. mesafeyi siz düşünün. cumartesi günü, nişantaşı'nda her köşe başında alkol kontrol ekipleri var ve biz harbiye'den yenibosna'ya gidiyoruz. yeni bosna'da devalı olarak elektirikleri kesilip duran adli tıp'da "bizden alkol muayenesi için 10'ar tl vermemiz istendi." "ne münasebet" dediğimizde ise savcılıktan yazı gelmediğini ve adli tıp'ın da alkol muayenesini ancak o şekilde parasız yaptığını söylkediler. kendilerine, eğer savcılıktan gelmiş bir yazı yoksa hukuksuz işlem yaptıklarını ve devletin bana dayattığı bir test için için bir de benden para talep edemeyeceğini söyledim. bunun üzerine işleri bir an önce bitirmeye çalıştıklarını ve biz en kısa sürede salmak istediklerini söylediler. ben de bunun üzerine kız arkadaşımla beraber (biraz da hayalci bir şekilde) konsere yetişebilmek için 20 tl verip alkol testimizi yaptırdık. diğer 3 kişi ise paraları olmadığını söyleyiğ ödemeyi yapmadılar ve polisler de 2 araçalrı olmasına karşın onlardan bizi ayırmayacaklarını söyleyip 1 saat daha bizi orada beklettiler. diğer kişilerin de alkol kontrolü yapıldıktan sonra bana 20 tl'lik bir makbuz verdiler ve polis merkezine geri döndük.

polis merkezinde bu defa biz sivil polisler beklemekteydi. 2. bir defa kimlik, adres ve iletişim bilgilerimizi verdikten sonra sorgu ilginç bir hal aldı. bu defa bize "politik görüşümüz" ve nereden tanıştığımız sorulmaktaydı. politik görüş konusunda ben ve kız arkadaşım nötr der iken bunlar ısrarla hangi partiye oy verdiğimiz soruldu. buna ek olarak herhangi bir toplu olaya karışıp karışmadığımız ve özellikle "cumhuriyet mitingleri"nde bulunup bulunmadığımız 1'den fazla kere soruldu...

bu fasıl da bittikten sonra sivil polisler ayrıldı ve bize o gece ve ertesi gün epey yardımcı olan komiser geldi, bize haklarımızı okudu. konuşmak zorunda olmadığımızı, istersen avukat çağırıp veya isteyip o şekilde ifade verebileceğimizi ve istersek ailelerimize haber verebileceklerini söyledi. yemek, su gibi ihtiyaçlarımızı sorduktan sonra da bir gece süreyle nezarethanede misafir olduğumuzu söyledi. kendi karakolunda kadınlar için ayrı yer olmadığından kız arkadaşımı yakındaki bir karakola aktaracaklarını ekledi. bu karakolun "içinde" bu karakol çalışanlarınca uğradığımız muamele ne kadar iyiyse kız arkadaşımın aktarıldığı şişli'deki karakolda o kadar rezil imiş. tek kişilik dar nezarethanede sabaha kadar tepeden bir projektör çalıştırılmış ve uzun bir süre boyunca da yüksek sesle müzik çalmış. kız arkadaşım ilerleyen saatlerde ailesine haber verilmesini istediğinde ise numaranın arayabilecekleri alanda olmadığını söylemişler; sonradan araştırdığımıza göre aslında polis merkezinde aile vb. yerlere haber verileceğinde numaranın uzaklığı farketmeksizin arama yapılması gerekirmiş...

benim resmi ifademi verdiğim saat tam olarak gece saat 2.00. ifade memuruna niçin bu saatte verdiğim, geldiğimde veya sabah vermemin ne gibi bir mahsuru olduğunu sorduğumda ise "en uygun saati bekledim" yanıtını aldım. anlayacağınız ifade vermek için 1-2 saat uyuyup uyandırılıp ardından o uyku mahmurluğu ile ifade vermem beklendi... o sırada bizle beraber içeri alınan gençlerden birinin oraya gelen babasına verilen gözaltı gerekçesine adamın verdiği yanıt manidardı: "başbakanın arabasına hareket çektiği 'söylendi' diye 1 gece gözaltı; şaka mı şimdi bu?..."

sabah olunca bu defa daha büyük bir ekip arabasının arka tellerle çevrilmiş arkasına tıkıldım, şişli bomonti'de uğradığımız karakoldan kız arkadaşım alınıp öne bindirildikten sonra mecidiyeköy'deki şişli emniyet müdürlüğü'ne götürüldük. hakkımızda herhangi bir cezai yaptırım olmamasına karşın burada "mahkum edilmiş veyahut suçüstü yakalanmış bir suçluymuşuz gibi parmak izimiz alındı." uygulama bununla da bitmedi, ardından bu defa "önden ve yanlardan olmak üzere resimlerimiz altına numara konularak çekildi." 3. kez kimlik, adres ve iletişim bilgilerimizi verdik. tam ayrılıyoruz derken bi baktık ki kız arkadaşım hariç tüm erkekler 2'şerli bir şekilde kelepçeleniyoruz. koca emniyet müdürlüğünün içinde ne gerekçeyle böyle bir muameleye maruz kaldığımızı sorunca da "bu bizim insiyatifimiz" karşılığını aldık. sanırım yüksek eğitimli polis kişisi insiyatif ve "imtiyaz" sözcüklerinin farkını bilmiyordu... bu şekilde emniyet müdürlüğünden çıkarılığ aynı araçla bu defa 3 kişi arkada şişli etfal'e tekrar götürüldük. şişli etfal'deki pskolojik danışman bir sorunumuz olup olmadığını, bir darp/çürük izimiz olup olmadığını "yine polislerin yanında" sordu. kendisine benden 40 cm kısa bir kişi ile takın ve ters bir şekilde kelepçelendiğimden o andan bileğimin çürümekte olduğunu izleri işaret ederek gösterdim; bir etkisi olmadı, yine biz dışarı çıkarıldık ve bir polis içerde kaldı ve belgeler hazırlandı. harbiye karakolu'na geri döndüğümüzde komiser bizim niye kelepçelendiğimizi ve bunu kimin yaptığını sordu. bilmediğimizi söyledik ve tabi ki o sırada kelepçeleyen memur ortalarda yoktu; harbiye karakolunun memuru olmayabilir bu yüzden kesin konuşmayayım.

karakolda niçin defalarca kez adres bilgilerimizin alındığını sorduğumda ortak bir bilgi havuzuna erişimin olmadığını dehşet içerisinde öğrendim. nüfus müdürlüğünden alınan nufus şeceresinde bile tüm bunlar varken polisin -başbakanlığa ve içişleri bakanlığına bağlı polisin- bu bilgilere erişememesi/erişmemesi epey ilgiçti... sonuç olarak karakoldan şişli savcılığına sevkedildik ve oradaki nöbetçi savcı bizi delil yetersizliğinden serbest bıraktı. bugün(dün) de savcılığa gidip soruiturup aldığım belgeye göre 3. şahısların ifadelerine dayanan bu olayda takipsizlik kararı verilmiş...

sonuç olarak ne mi oldu; benim ve kız arkadaşımın tam 1 günü dengesiz muamelelere uğrayarak haba oldu. ben nezarethane zemininde 1 geceyi ayakkabılarımı kendime yastık yaparak geçirmiş, kız arkadaşım ise tamamen uykusuz çıldırma aşamasında sabahlamış oldu. bunca şeyi niçin geç yazdım; 1 aylığına çaylaktım ve yazarlığım yeni onaylandı. bunca şeyi niye mi yazdım; dava açmamın hiçbir faydası olmayacağını bildiğimden ve sinirlerimi bir dolu bürokratik işlemle daha da germek istemediğimden herkesin olanları bu yolla öğrenmesini istedim...

son olarak; hepimize geçmiş olsun...* "

9 Temmuz 2009 Perşembe

"öss'de soru katsayıları arttı"

Haberi demin NTV'den izledim.

ÖSS'de soru katsayıları artmışmış. Akabinde sıkça barajı aşmanın kolaylaştığından falan bahsetti haber.

Bense direkt şunu düşündüm: bu sene puanların düşmesi bekleniyordu. Kaç puan düşecek bilemesek de etrafta 5'ten 15'e kadar düşecek diye atan tutan bilirkişileri görebiliriz.

Şimdi katsayılar artınca -sıralamadır bize olan etkisidir falan değişmese de- puan falan düşmeyecek.

Sonuçta geçen yıllara göre oluşacak -benim tabirimle- "puan deflasyonu" önlenmiş oldu.

İnsanların barajı geçmesinin kolaylaştırılmasının yanında sezdiğim amaçsa şu;

Böylece kimse çıkıp "aha bak gerçekten zordu ki puan düştü" diyemeyecek. Ve öss'nin dengesizliği eleştrilemeyecek(?)

ÖSYM benim bu düşündüğüm gereksiz iş için mi yaptı bunu bilmiyorum.

Eğer öyleyse, puanların hakikaten düşeceği ile ilgili umutlanabiliriz. Bu da "acaba bizde mi sorun var her sene sınava girenler böyle hissediyor da puanlar çok kıpırdamıyor mu" endişesinden bizi kurtarır. Tabii bu bir teori olduğuna göre ve de bir hafta sonra puanların açıklanacağını düşünürsek kendimizi bunlarla oyalamamıza hiç gerek kalmayacak heheh


Hayırlısı.

2 Temmuz 2009 Perşembe

madımak

Dün, 1 Temmuzdu. Kabotaj Bayramı. Denizlerimizde bağımsızlığımızı sağlamamızın yıl dönümü. Kaybettiğimiz bağımsızlığı kutlamak garip tabi. Zaten kimsenin umrunda olmadı, kutlanmadı.

Bugün 2 Temmuz. 1993'te yaşanmaması gereken acı olayların yaşandığı gün.

Birçok internet kullanıcısı gibi ben de yazabilirdim buraya duyarlılık, tepki, öfke vs. içeren hoş görünümlü bir yazı.

Ancak hep birşeyler engelliyor beni buna yapmaya. Facebook'taki Madımak gruplarını geri çeviriyorum her zaman. Forumlardaki tartışmalara girmiyorum bile. Olan biteni küçümsediğimden veya umursamadığımdan değil... İçim elvermiyor bu kadar ciddi olaylara sanalın sanalı süzme bir duyarlılık göstermeye. Bu duyarlılığı vücutlarına, daha doğrusu klavyeyle birleşen parmaklarına sindiren yaşıtlarıma veya ilk gençlik dönemini yaşayan insanlara haykırasım geliyor: "Dert ettiysen çık sokağa, doldur meydanları. Varsa bir şikayetin oku adam ol da düzelt." diye.

Belki meydanları doldurmuyorum ben de. Öte yandan, bu günü bir gün Sivas'a gidip yerinde anma hayalim bir kenara, hakikaten adam olup birinci -olmadı iki, üç...- elden müdehale etmek isterdim olan bitene. Yeni madımak facialarının engellenmesine katkım olsun, Sivas 93'ün ardından ortaya çıkan adaletsizlikleri, saygısızlıkları yok etmek olsun. Benim de hayalim bu. Şimdiyse sadece dediklerimin gerçek dünyaya yansımasını diliyorum, yapacak bir şey yok. Slogan dediğin bir boka yaramıyor.

1 Temmuz 2009 Çarşamba

intikam



haziran yarım sayılır ayrıcana

26 Haziran 2009 Cuma

cya mj!

m.jeksın ölmüş bugün, hatta demin. ben mi fesatım bilmiyorum da haberi duyunca üzülmedim sadece şaşırdım ve hemen aklıma adamın pedofili sapık olduğu geldi. aklıma diğer gelen şeyse herkeste m.jackson fanatizmi başlayacağı ve şarkılarının herkes tarafından dinlenmeye başlanacağıydı. bu hadiseye de gıcık oluyorum ama asla önüne geçilemeyecek belki de en normal insan davranışlarından biri bu. bir insanın ölmesinin ardından o insana dair şeylere olan ilgi ve saygınlığın 5bin kat artması.

ekşi'de de adamın biri demiş: "oha gerçekmiş. başımız sağolsun. müslüman da olmuştu. mübarek gecede öldü. allah rahmet eylesin."

gülmeyip de neyleyeyim. Ha tabi bunda çocukluğumun m.jacksonla geçmemiş olması, onu idol aldığım bir ergenliğin olmaması, hiç bir zaman kendisine hayranlık duymamam çok etkilidir şüphesiz. sevenler kusruma bakmasın.

24 Haziran 2009 Çarşamba

keşfu'z zinternet

Uzun süredir RSS okuyucumda bulundurduğum ve seyrek de olsa ziyaret ettiğim tasarımı aşmış içeriği kaliteli müzik blogu, 110desibel.com 'da tanıtılan bir başka sağlam müzik blogu: Pasif Agresif var elimizde. Bu da kaliteli içeriğiyle takip ettirecek gibi gözüküyor kendisini uzun yıllar. Şimdilik bunları yerimlerine veya RSS okuyucularımıza kaydedelim ve devam edelim.

Daha sonra Pasif Agresif'te gezerken gördüğümüz Sıfır KM 'nin yeni albüm çıkardığına ilişkin habere gelelim. (link)

Kısa süren kritik oldukça etkili, hemen albümü Mozturk'ün önerdiği paylaşım sitesi depar'a gidip uygun aramayı yapalım. Korsan müziğimizi indirip müzik dünyasına sözde zarar verelim.

Bu arada Sıfır KM'ye de değindiğim eski bir blog girdisini okumakta fayda var. (link)

Ardından albümümüzü açalım ve yurdum insanının elinden çıkan yerli malının tadına varalım. Özellikle Zalim'deki elektro gitar tınısına dikkat.
İşin aslı albümü ilk dinleyişte beni en çok o elektro gitar sesi mıhladı. Yoksa keşfedilecek büyüleyici tınıların daha çok olduğundan eminim. Genel olarak bakarsak, hakikaten kaliteli bir albüm bu. Pasif Agresif'teki arkadaştan daha iyi bir kritik yapamayacağımı bildiğimden dolayı hiç o işe girişmiyorum.

***

Bu yazıyla birlikte severek takip ettiğim 3 blogu, sömürdüğüm 1 forumu ve dinlediğim enfes albümü paylaşmış oldum sizinle.

Belki keşfu'z zinternet diye seri yapar devam ederim bu yazılara.

Bu arada isim Katip Çelebinin yazdığı ve ilk biyografi olarak bilinen "keşfu-z zunun" dan esinlendi. (bkz.öss'den çıkmış bünye; tm'ciyim elbette.) Ortaya ne kadar doğru bir kelime çıkarmış oldum keşfu'z zinternet diyerek bilemem de bana hoş geldi.

Keyifli vakitler.

23 Haziran 2009 Salı

hayırlı işler

Bugün size bir anımı anlatacağım. Anı dediğime bakmayın aslında ilk defa başkasına anlatmış oluyorum bunu. Zaten önemli bişey değil, anıdan çok bir tespit gibi algılanabilir.

Bilenlerbilir alsancak'ta excalibur müzik market diye ufak bir mekan vardır, kısaca tabir etmek gerekirse burası bir metalci dükkanıdır. Bu ufak dükkanın büyük bir de sahibi vardır, motorlu şişman amca.

Günlerden bir gün ben bu dükkanda ufak bir alışveriş yaptım. Ardından motorlu şişman amcaya "hayırlı işler" diledim. Adam güldü dalga geçer gibi bişeyler söyledi net hatırlamıyorum. Sanırım kendini inançsız, allaha ve türevlerine karşıt biri olarak konumlandırıyor ve bunu davranışlarına yansıtıyordu. Bunu nerden anladım bilemem. Aynı algılama ekseninde 'hayır' kelimesinin de dini bir kavram olduğu ilk defa o gün geldi aklıma. Hoş, bundan emin değilim hala ya.. sonradan çok düşündüm din işlerine yakın esnaf, müşteri kesimi hayırlı işler diler de diğerleri kolay gelsin deyip geçer mi diye? gerçi iddiaya girerim kimse bunu düşünüp günlük hayatta kullanılan bu iki kelimeyi irdelememiştir. Ben de irdelemedim, tüm bu yazdıklarım beynimin çok arka planında arada bir sinek vızıltısı gibi vuku buldu sadece.

Öte yandan dilin bu tarz incelikleri üzerinde kafa yormaktan zevk aldığımı farkettim. Ne tarz incelik, ne inceliği diye bakabilirsiniz gerçi yazıma; sebebi tam olarak anlatamamış olmamdır. Gerçi yazının maksadı ufak bir anıyı ufak bir tespitle vermekti zaten, dilin incelikleriyle ilgili olsa elbette anlamsız olacaktı.

Neyse yahu, çorba oldu. hadi eyvallah, hayırlı işler, aleyküm selam, inşallah, maşallah, amin.

16 Haziran 2009 Salı

Not

Özgürlüğümü kodlayacaktım gül kurusu kağıda. Meğer Türkçe karakter desteği yokmuş. Yapamadım...

30 Mart 2009 Pazartesi

Son Ada ve Hayvan Çiftliği

2008'in son ayında en çok satanlar listesine fırlayan, Zülfü Livaneli'nin Son Ada'sını okudum. Konusunu öğrendikten sonra romanın tüm gidişatını aşağı yukarı tahmin ettiğimden ukala bir havayla başladığım kitabın ilk bölümlerinden sonra kendimi tasvir edilen adaya dahil bir vatandaş gibi hissetmem uzun sürmedi.

Okurken hep George Orwell'in Hayvan Çiftliğini düşündüm. Bence iki roman birbirine çok benziyor. Hayır, Son Ada Hayvan Çiftliğine benziyor demek istemiyorum. İki romanın yöntemi yakın geldi bana. Hayvan Çiftliğinde soğuk savaş döneminde sistemlerin kendilerini dünyaya kabul ettirmeye çalışmasıyla ilgili dünyanın ufak bir çiftliğe dönüştürülmüş halini hayvanlarla birlikte alegorik bir şekilde anlatıyordu Orwell. Son Ada'da ise Türkiye'nin karışık olduğu dönemlerde yaşanan olaylar bir Ada'ya indirgenip, adalılar ve adaya gelen gaddar general darbe dönemlerini simgeleyen unsurlar olmuş.

Bu iki eseri birbirine benzeten sadece bu 'Prototipini alıp simgelere dökmek' değil. Anlatım olarak da iki kitapta da müthiş bir basite indirgenmişlik var. Tabi basit kelimesi yanlış anlaşılmasın, demek istediğim bayağılık değil; sadelik ve duruluktur.

Her şey bir yana Son Ada, popüler bir kitap olsa dahi popüler bir kitap oluşunu popüler duyguların sömürülmesine değil sahip olduğu akıcılığa ve güncelliğe dayandıran ve tıpkı Hayvan Çiftliği gibi kesinlikle okunması gereken bir eserdir.

27 Mart 2009 Cuma

ego

Hazır ego mego demişken, geçenlerde şair Özdemir Asaf'ın bu kelime hakkındaki bir şiirine rastladım, pek hoşuma gitti...

EGO

Son kadeh içilmiş,
Son söz edilmişti.
Bir düşünce sardı hepsini...

Bir hatıra,
Bir hırs,
Bir kıskançlık,
Bir yanıltı,
Bir kardeşlik,
Bir yanlışlık,
Bir kin,
Bir ümid,

Bir şey...
İnsana ait.

24 Şubat 2009 Salı

Egoperest

ODTÜ'ye öğrencisi olarak girip yeşil parkamla şu ünlü Devrim duvarının önünde fotoğraf çekilip bu fotoğrafı facebook'a koymayı istiyorum.

Üniversite yıllarında dirsekleri iyice çürüttükten, kafayı sonuna dek patlattıktan sonra da okula yeni gelen yeşil parkalı çömezlerin duvarın önünde fotoğraf çektirip bunu facebook'a koymalarını eleştrip onları özenti devrimciler olarak niteledikten sonra bir işe yaramayacağını aradan biraz zaman geçmesiyle anlayacağım bildiri müsfettelerini yazmaya devam etmek istiyorum.


Bagetlerimi ve grup arkadaşlarımı aldığım gibi stüdyoya girip aksattığım basit ritmleri tutamazken kendimi kendimden geçiyormuş gibi hissedip bir kaç video, belki bir tane mp3 kaydedip bunları yaymak istiyorum.

Takip eden yıllarda kıracağım bir sürü baget ve çalacağım onlarca konserden sonra tam tutamadığı basit ritmlerle kendinden geçen, bunu da bir iş yaptığını sanıp kameraya, bilgisayara kaydedip etrafa yayan ergenlerle dalga geçmek istiyorum.


Öğrenci evinde boş bira şişelerinden kuleler yapıp, yarattığım alkolik eserlerin önünde fotoğraf çekilmek ve bunu avatar yapmak istiyorum.

Bitirdiğim kasalardan, kustuğum kovalardan sonra yeniyetme bir delikanlının boş cam şişeleri önünde seksi pozlar vermesini görüp; "velede bak içmeyi marifet sanıyor" demeyi ve akabinde birikmiş para üstleriyle bir kutu efes alıp açmayı, içerken de hayatın önüme getireceği bir sonraki dönem hakkında üzerinde sonradan farklı düşüneceğim hayallere dalmak istiyorum...

***

Neticede hayallerle geçen bir ömür. Tıpkı milyarlarcası gibi.

Hayalleri gerçekleşmedikçe onları gerçekleştirmek için çırpınan, arzu edilen şeyi elde ettikten sonra da buna alışıp burun kıvıran ve daha sonrasında istenilenin elde edildiği vakit zaman aşımıyla tekrar kıvrılan burun ve yeniden yeni hayallere dalan bir insan kurusu... İşte biz!

Hayat bir hayal ürünü değilse de onu bu şekilde yapmacık zevklerle kocaman bir hayale çeviren bizler...

Makinenin çalışmasını sağlayan hayallerimiz ve onlara dişli misali sıkı vidalarla bağlı bizler....

Ey insan!
Ola ki vidaları atmaya çalış; seni bekler ufukta hayalsiz bir hüzün. Ama insansındır ki kimsenin hayal etmediği bir yerde olacağın için egounu tatmin edemeyecek ve öleceksin.

Ego Tanrıdır.

Ancak kendi varlığını insanlara dayatıp onlardan buna tapınmalarını istemez.

Aksine insanları bu konuda bilgisiz bırakır ve öylece çırpınan milyarları izler, onlarla eğlenir.

Şüphesiz ki, yazmak da milyonlarca ibadet şeklinden sadece bir tanesidir...


Ve ibadet tamamlanır.

23 Şubat 2009 Pazartesi

Ya ye, ya terket!


Ya ye, ya terket!

işim tenkit gücüm tenkit

29 Mart Yerel Seçimler öncesinde siyasi liderlerin, adayların kitleleri meydanlara topladığı son bir ayda ortaya çeşitli parti sloganları çıktı yeniden.

Gittikçe güçlenen iktidar partisi AKP de slogan alanındaki başarısını bir kez daha kanıtlamış oldu fikrimce. Rte dedi ki: "İşimiz hizmet, gücümüz millet"

AKP'nin yaptıklarını, tutumunu falan eleştirmek için değil, ürettikler sloganın çok başarılı olduğunu belirtmek için yazıyorum bu satırları.

Eleştireceğim şey ise CHP'nin İzmir'de başlattığı seçim kampanyasına arka fon olan slogan. Seçim öncesi yenileniveren otobüslerin megafonlarından, kırmızıya boyanan reklam panolarından, adayların ağızlarından duymaya alıştığımız bir laf: "İşimiz İzmir, Gücümüz İzmir."

Ancak biz bu lafa İzmir'de başlayan seçim hazırlıkları yüzünden alışkın değil, Rte'nin ağzına alıp gittiği her vilayette bağırarak insanları coşturduğu haber görüntülerinden alışkınız.

İki slogan arasındaki müthiş benzerlik, CHP İzmir kolu adına utanç verici.

Bu kadar önem taşıyan bir konuda bu kadar özensiz; bu kadar özenti olunmamalıydı.

Başka laf mı kalmamıştı Aziz'im? Alacağın olsun.

14 Şubat 2009 Cumartesi

14 Şubat Bikbiklemecesi

14 Şubat; ilk defa bu günün tüketime ivme katıp paranın dolaşmasını sağladığından dolayı sevindim. İyi ki yapmışlar dedim. Milletin -esnaf,çalışan,şu,bu- yüzü güldü 2-3 kuruş fazla kazandığı için. Ekonomik kriz böyle iyi kalpli yapıyor adamı işte... Yoksa antikapitalist takkemi takıp bikbikleyecektim. Neyse artık...

(anne ben kapitalist oldum)

Din gibi bişey ki bu. Annen-Baban, akrabaların, çevren öyle olduğu için sen de doğal olarak öylesindir. İstediğin kadar idealist olup kafa şişir. Ancak aynaya bir göz attığında zavallılığını görürsün. Gördüğün şey içine su kaçan converslerin olmazsa poponda kıpkırmızı parlayan levi's etiketi, o da olmazsa midendeki kola veya içtiğin ilaç; o da olmadı tuttuğun takım olacaktır. Ya da başka bir şey.

Beni en soldan biraz daha merkeze iten kuvvet de dünyanın sahip olduğu bu atmosferdir. Zira bahsettiğim atmosfer atmosferliğini bilmez, hem dış hem iç mekandan çıkıp kanına dahi işler.

Asıl işe yaracak olan bikbikleme yoluysa bu bataklığın çamur oranını %99'dan %98'e nasıl çekeriz sorusuyla uğraşmaktır. Mevcut sistemi en iyi şekilde kullanıp, hacimce çok olan boşlukları sosyalist düşünceden de feyz alarak ortaya bir mozaik çıkartmak fikrimce en akıllıca olandır.

14 Şubat İlk paragrafta anlattığım şekilde beni biraz liboş yapmış akabinde de bu şekilde bikbikletmiştir.

Bu özel günü hakkıyla kullanıp ceplerini doldurmuş tüm esnafların ve büyük işletmelerin sevgililer günlerini canı gönülden kutlarım. Hiç değilse karnını biraz daha iyi doldurarak eve giden bu kişiler akşama eşleriyle daha sevişgen bir gece geçirebileceklerdir.

28 Ocak 2009 Çarşamba

Aydın Mısın

Kilim gibi dokumada mutsuzluğu
Gidip gelen kara kuşlar havada
Saflar tutulmuş top sesleri gerilerden
Tabanında depremi kara güllelerin
Duymuyor musun

Kaldır başını kan uykulardan
Böyle yürek böyle atardamar
Atmaz olsun
Ses ol ışık ol yumruk ol
Karayeller başına indirmeden çatını
Sel suları bastığın toprağı dönüm dönüm
Alıp götürmeden büyük denizlere
Çabuk ol

Tam çağı işe başlamanın doğan günle
Bul içine tükürdüğün kitapları yeniden
Her satırında buram buram alın teri
Her sayfası günlük güneşlik
Utanma suçun tümü senin değil
Yırt otuzunda aldığın diplomayı
Alfabelik çocuk ol

Yollar kesilmiş alanlar sarılmış
Tel örgüler çevirmiş yöreni
Fırıl fırıl alıcı kuşlar tepende
Benden geçti mi demek istiyorsun
Aç iki kolunu iki yanına
Korkuluk ol
Rıfat ILGAZ

23 Ocak 2009 Cuma

dikkat

Yahudiler şikayetçi; İsrail'in yaptıklarından dolayı İsrail'le hiçbir bağlantısı olmamalarına rağmen suçlandıkları ve ırkçılığa maruz kaldıkları için.

Müslümanlar da sözde din uğruna kurulan terör örgütlerinin yaptıklarından sorumlu tutuldukları için bu duruma düşmüşlerdi; düşüyorlar da hala...

Biz, müslüman bir ülke olarak (istatiksel açıdan elbette. Demeyin ki biz laiktik vs. öyle bir din yok zira.) ilk cümlede bahsettiğim ırkçılığı en yüksek seviyede kotaran ülkelerden biriyiz an itibariyle.

Aynı zamanda dinimize karşı Batı'da oluşmuş önyargılardan en çok şikayetçi olan da bizleriz.

Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu diyerek meseleden kurtulmaksa fazla masumane kaçıyor. Bu noktada insanlara empati duygusunu öğretmek gerekiyor. Bireysel empati değil elbette; kitlesel olanından. Tabi bu duygu yaşamını kaybetmiş Filistinli ufak bedenler için bir dakika ayakta bekleyince öğrenilmiyor.

Yontulmuş tarih dersleriyle ve 'akan kan'ımızı harekete geçirmek için atılmış ucuz nutuklarla şaha kalkmış milliyetçilik duygusu, dindaşlıkla pekiştirildiğindeyse, empati bu etkiye maruz kalan toplumumuz için sadece homoseksüelimsi bir kelime olarak kalmaya devam ediyor; tehlike büyüyor. (bkz. samast)

"Ya sev, ya terket" diye kükreyen başlarımızsa milliyetlerini senetlerle değiş-tokuş ederken sığındıkları din kapitalizm, tanrıları para oluyor; toplum bunlardan da habersiz sadece pis yahudiler demeyi, yemekteyiz izlemeyi, kutu açmayı öğreniyor.

ve kokuşmaya devam ediyoruz.

Sinekleri kovalamak, ortalığı temizlemek, kokuyu dağıtmak için çabalayanlarsa 'dalga dalga' içerdeler.


Bir yerden tutup başlamak gerekiyor ama nereden, nasıl? Sandık?, postal?, meb-yök?, obama?, akp?, chp,? imf?

Hepsi enkaz olup başımıza çökmeden önce; biz değilsek kim, şimdi değilse ne zaman?

20 Ocak 2009 Salı

zamanında

Baba Bush oğluna demiş ki:
"Benim annende yaptığım hatayı sen Irak'ta yaptın; zamanında çekilmeyi bilemedin."

Her iki çekilme hatası da dünyaya pahalıya mal oldu.

hitler vs rte


Milliyet Gazetesinde Melih Aşık'ın köşesinde gördüm, o da Hürriyet'teki Soner Yalçın'dan görmüş. Her neyse saadete gelelim;

Askersiz darbe...

"Soner Yalçın, pazar günü Hürriyet'te "Darbeyi sadece askerler mi yapar?" başlıklı yazısının bir bölümünde tarihten bugüne net bir çizgi çekiyor. Diyor ki:
"...Türkiye'de kafalar karıştırılıyor. Sanılıyor ki darbeyi sadece askerler yapar!
İşte size Hitler örneği.

Almanya'da Weimar Cumhuriyeti'ni kim yıktı: Adolf Hitler.
Hitler'in kurduğu cumhuriyetin adı neydi: Demokratik Cumhuriyet.

Hitler'in parlemento darbesiyle kurduğu bu cumhuriyetin silah gücü neydi: Polisler.

Hitler'in diktatör olmak istediğini anlamayıp ona "yetki kanunu" veren kimlerdi: Merkez sağ partiler.

Hitler'i diktatör yapacak yasalara ve uygulamalara mecliste karşı çıkan kimdi: 88 sosyal demokrat milletvekili.

Hitler'e karşı çıkan basının ve muhalefeftin başına ne geldi: Hepsi cezaevine tıkıldı.

Hitler'in Reichstag yangını gibi provokasyonlarla kandırıp ele geçirdiği son kurum neresiydi: Alman Ordusu." "

19 Ocak 2009 Pazartesi

Romantik Korku

İleride hakkında tanıtma babında hakkında birşeyler karalamayı umduğum genç yazar, Hakan Bıçakçı'nın ilk yazdığı roman, Romantik Korku'dan kitabın genelinden bağımsız bir şekilde de tad verebilen birkaç paragrafı şık buldum ve buraya yapıştırmak istedim. Kitapla ilgili bilgileri meraklısı gereken yerden zaten bulur onun için tanıtmayı es geçiyorum.

"Dans edenleri izledi; onlar bu en özgür insan etkinliğini yerine getirdiklerini sanıyor olsalar da, aslında sadece ritim kılığına girmiş olan bir diktatörün kölesiydiler." (sf.50)

"Uykum var, uyku her zaman moda... Uyku; küçük ölümlerimiz, bir ölüm alışkanlığı, sıkıcı yaşamlarımızın karanlık limanı, sıkıcı hayatlarımızla sıkıcı rüyalarımız arasında sisli bir otoban... Uyku... Bir ölüm antrenmanı... Uyku... Uykum var."
(sf.52)

"...Dostunu ya da düşmanını öldürdüğünde hapse girersin, ancak dostluk ya da düşmanlık öldüğünde kimse suçlanmaz!"
(sf.57)

6 Ocak 2009 Salı

Kitap '08

Kitap açısından dolu bir yıl geçirdim bu sene. Ömrümdeki yıllık kitap okuma rekorunu kırdım sanıyorum, bunun yanında daha da önemlisi o alışkanlığı tam olarak yapıştırabildim üstüme. Kitapsız kalmıyorum hiç. En dolu geçen günümün tuvallette geçen dakikaları kitap okuyarak geçiyor en azından. Övündüğüm bir durum sıçarken okumak açıkçası.

Gel gelelim okuduklarıma...
Bilim-kurgu açısından sağlam yapıtlara giriştim; Rama serisini bitirdim. Popüler olan ütopyaların çoğunu okudum; feyz aldım. Aralara sıkıştırdığım nadir Türk yazarlar da vardı. İhsan Oktay Anar'ı ve Hakan Bıçakçı'yı keşfettim, takip listeme aldım onları...

Aslında yazıyı böyle boş laflarla entellik yapmak için yazmamıştım, sadece müzik listesi yaptığım gibi 2008'e dair bir de kitap listesini buraya yapıştırmak istemiştim; maksat vitrin hazırlamak falan değil yani. Blog olayına kişisel olarak baktığım için, kişisel defterimde de bu tip istatistiksel listelere mutlaka yer vereceğimden dolayı burdalar.

Olur da kendisini birçok açıdan bana benzeten bir blog gezgincisi düşerse buraya, belki listemdeki kitaplardan birini gözüne kıstırır. Böyle gizli bir amacı da olmuş olsun madem bu listenin...

Aynı şekilde kitap açısından gezindiğim semalarda takılan başkalarıyla rastlaşırsam bu yazı aracılığıyla, onların da kitap tavsiyeleri olacaktır. Bekliyorum hani :)
  • - Çizgilerle Nazım Hikmet (savaş dinçel - müjdat gezen)
  • - Candide ya da iyimserlik (voltaire)
  • - Yeni Atlantis (francis bacon)
  • - Persepolis (marjane satrapi)
  • - Denemeler (montaigne)
  • - 1984 (george orwell)
  • - Cesur Yeni Dünya (aldous huxley)
  • - OlasılıkSız (adam fawer)
  • - Martin Eden (jack london)
  • - Rama'yla Buluşma (arthur c clarke)
  • - Apartman Boşluğu (hakan bıçakçı)
  • - Rama II (arthur c clarke)
  • - Mülksüzler (ursula k le guin)
  • - Pembe Otobüs (mehmet anıl)
  • - Rama Bahçesi (arthur c clarke)
  • - Maus (art spiegelman)
  • - Rama'nın Sırrı (arthur c clarke)
  • - Görme Kılavuzu (hasip akgül)
  • - Puslu Kıtalar Atlası (ihsan oktay anar)
  • - Kitab-ül Hiyel (ihsan oktay anar)
  • - Uzun Yaşamın Sırrı (aydın boysan)

5 Ocak 2009 Pazartesi

Kimden Korkulur? - A.Boysan

Sevin Azrail gelince
............Ondan korkma sakın!
.......................Oy avcılarından kork!

Azrail götürür, bırakır
............Ötekiler yapışır kalır

Karaborsa cennet biletleri
............Hep oy avcılarında

Cehennem zor olur ama,
..........Cennetin böylesi
Hiç çekilmez

..........................Öteden haber
.................Yakıt bitti, cehennem soğudu,
..........................Herkes kürk giydi.

Bu soğuk daha iyi
...........Yakmıyor ama zor.

Sevişmek zor oluyor
.............Bu kürklerle.

Bir hayır sahibi çıksa da
..............Aile boyu kürkler getirse.

Aydın BOYSAN (Uzun Yaşamın Sırrı, sf.186)

***

Aydın Boysan'ın son kitabında, yazılar arasına sıkıştırılmış şiirlerden birisi. Çok beğendim alıp buraya koymadan edemedim.

Bu arada, sevgili Aydın Boysan'la tanışma fırsatı elde ettim geçtiğimiz yılın son zamanlarında. Şeker gibi bir adammış. İmrendim, saygı duydum. Olur da 88 yaşıma ulaşırsam, Aydın bey gibi olayım. Sağlıklı, dinç; çivi gibi. Neşeli, hoş sohbetli ve bir dolu!

2 Ocak 2009 Cuma

hepsi

Yılbaşında televizyonda bir ara "çok güzel hareketler bunlar" a bakınıyordum. Sahneye çıkan dört bayanı görüp "aha hepsiyi taklid ediyorlar hahah" deyip gülmeye başlamıştım ki onların gerçek hepsi olduğunu öğrendim.

1 Ocak 2009 Perşembe

umutsarıkaya - karaköy iskelesi

"Batan
sadece
iskele
değil...
"

2008 Müzik Listem

Birebir last.fm 2008 kayıtlarımdan kopyalanmıştır. Sayılar sene boyunca çalma miktarını gösterir.

Sanatçılar
1 Çal
659
2 Çal
644
3 Çal
594
4 Çal
378
5 Çal
355
6 Çal
335
7 Çal
310
8 Çal
296
8 Çal
296
10 Çal
271
11 Çal
267
12 Çal
256
13 Çal
248
14 Çal
242
15 Çal
223
16 Çal
220
17 Çal
201
18 Çal
194
19 Çal
193
20 Çal
189


Albümler
1 Çal
213
2
MetallicaDeath Magnetic

160
3 Çal
158
4 Çal
157
5 Çal
141
6 Çal
140
7 Çal
137
8
DownNOLA

128
9 Çal
119
10

100
10 Çal
100


Parçalar
1 Çal
38
1 Çal
38
3

36
4 Çal
30
4 Çal
30
6 Çal
OpethCoil

26
6 Çal
26
8 Çal
25
8 Çal
25
10 Çal
23
10 Çal
23


Kaynak: http://www.lastfm.com.tr/user/yavuzkbr

hit